Tokat

Tokat


Tokat ili Karadeniz kıyısı ile İç Anadolu arasında geçit alanı durumunda olup, bölgede değişik yörelerde değişik iklim hüküm sürmektedir. Kelkit Vadisinde kışlar ılık ve yazlar sıcak geçerken, Reşadiye’nin güneyinde Akdeniz Bölgesi iklimini andıran bir iklim görülmektedir. Tozanlı vadisinde kışlar ılık, yazlar serin geçerken, Çekerek bölümünde, yayla karakteri sert kışlar, serin yazlar görülür.Tokat’ın doğal bitki örtüsü genelde step görünümündedir. Ormanlarla kaplı dağların yüksek kesimlerinde yaylalar yer almakta olup, dağların hemen hemen hepsi ormanlarla kaplıdır.İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, endüstri ve ticarete dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında buğday, arpa, mısır, baklagiller, tütün, şekerpancarı, ayçiçeği, patates, soğan, üzüm, mısır, karpuz, tütün ve diğer sebzeler gelmektedir. Hayvancılıkta büyük ve küçükbaş hayvan yetiştirilmekte olup, ovalık alanlarda sığır ve manda, yaylaların bulunduğu dağlık kesimlerde de koyun ve kıl keçisi yetiştirilmektedir.

Tarih
Tokat ve çevresinde, özellikle Maşathöyük ve Horoztepe’de yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen buluntular yörenin Kalkolitik Çağdan (MÖ.5500-3500) beri yerleşim alanı olduğunu göstermiştir. MÖ. XVII.yüzyılda Hititlerin egemenliği altında kalan yöre, MÖ.XV. ve VIII.yüzyıllar arasında Kaşkalar tarafından istilaya uğramış ve yakılıp yıkılmıştır. Ege göç kavimleriyle Batı Anadolu’yu istila eden Frigler Tokat yöresindeki Çekerek, Tozanlı, Kelkit Çayı boylarında kurulu Hitit kentlerini işgal etmişlerdir. Maşathöyük’te Frig dönemine ait yapılar ve çeşitli buluntular ele geçmiştir. Karadeniz’den gelen Kimmerlerin Frig egemenliğine son vermesi ile Yöreye MÖ.VI.yüzyılda Medler, daha sonra da Perslerin hakim olmuşlardır. Pers yönetimi sırasında Büyük Kapadokya Satraplığı’nın sınırları içerisinde kalmıştır. Bu dönemde yöredeki başlıca yerleşme, dinsel ve ticari açıdan büyük önem taşıyan Komana idi.
Bugünkü Tokat ili’nin yakınlarında yer alan Gömenek Kalesi’nin bulunduğu yerde kurulmuş olan Komana kenti, Kapadokya’daki Komana ile karıştırılmamak için Komana Pontika adı ile anılmıştır. Daha sonra Kapadokya’nın kuzeyindeki Pontus Kapadokiası’na bağlanan yöre MÖ.IV.yüzyıl sonlarında Makedonyalıların egemenliği altına girmiştir.Büyük İskender’in ölümünden sonra, komutanları arasındaki anlaşmazlıktan doğan karışıklık sırasında Pers kökenli I.Mithradetes, MÖ.IV.yüzyıl başlarında yöreyi de içerisine alan topraklarda Pontus Krallığını kurmuştur. Giderek güçlenen Pontus Kralları Niksar, Turhal ve Zile’de Gazafilaklia denen güçlü kaleler, Komana ve Erbaa’da da tapınak, saray ve villalar yapmışlardır.
Karadeniz kıyılarında güçlenen, zamanla Anadolu’nun büyük bir bölümünü egemenlik içine alan Pontus Krallığı, Anadolu’yu istila eden Roma ordularına karşı uzun yıllar süren savaşmışlar, bu savaşlar sonucunda da MÖ.I.yüzyılda yöre kesin olarak Romalıların eline geçmiştir. Pontus’un güçlü direnişini kırmak için Roma, en güçlü generallerini Küçük Asya’ya göndermiş, Amiral Triarius, Sulla, V.Flaccus, Lucullus ve Pompeius büyük mücadeleler vermişlerdir. MÖ. 47’de J. Sezar Zile’ye gelmiş ve Roma’ya başkaldıran Pontus asıllı Basforos kralı II.Pharnake’nin orduları ile Altıağaç mevkiinde karşılaşmış ve büyük zafer kazanmıştır. Sezar “Veni, Vidi, Vici” (Geldim, gördüm, yendim) diyerek Roma’ya bildirmiştir. 400 yıl süren Roma egemenliği sırasında Tokat ve yöresinde ticaret, bayındırlık ve ulaşım gelişmiş, kentler imar edilmiş, Komana, Niksar, Zile ve Sulusaray’ın önemi artmıştır.
Roma İmparatorluğu’nun 395’te ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma (Bizans) sınırları içerisinde kalan yöre, bu dönemde VIII.yüzyıldan sonra Arap akınlarına uğramış, Bizanslılar ile Araplar arasında birkaç kez el değiştirmiştir. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve Gümüştekin Ahmet Gazi’nin orduları Anadolu’nun büyük bölümünü ele geçirerek bağımsız beylikler kurmuşlardır. Büyük Selçuklu İmparatoru Sultan Melik Şah’ın komutanlarından Gümüştekin Ahmet Gazi, Önce Sivas’ı ve 1095 yılında da Niksar’ı başkent yapmış, daha sonra Tokat, Zile, Turhal, Zonusa’yı birliğine katmıştır. Anadolu Selçuklu devletinden ayrı, bağımsız bir devlet kuran Danismendoğuları daha sonra Kayseri ve Malatya’yı da alarak güçlenmişler, güneye inerek Antakya Bohemont Prensliğine, Akdeniz’de de Klikya krallığına son vermişlerdir. 1240’ta çıkan Baba İshak Ayaklanmasından etkilenen yöre Kösedağ Savaşı’nın (1243) ardından Moğolların egemenliği altına girmiştir. İlhanlı yönetimi sırasında Anadolu Selçuklularının hanedan çekişmelerine sahne olmuş ve Moğollar tarafından yağmalanmıştır.Daha sonra doğrudan İlhanlı yönetimine giren yöre 1340’ta Eretna Beyliği’ne, 1388’de Kadı Burhaneddin devleti’nin yönetimine girmiştir. Ardından Akkoyunluların eline geçen yöre, 1399’da Osmanlı topraklarına katılmıştır. XV.yüzyıl başlarında bir süre Timur’un yönetimi altında kalmış, 1413’te yeniden Osmanlı topraklarına katılmıştır. XVI. ve XVII.yüzyıllarda çıkan Celali Ayaklanmalarından büyük zarar görmüştür. Eski ismi Dar Ün-Nasr olan yöre, XIX.yüzyıl sonlarında Sivas Vilayetine bağlı Tokat sancağının yönetimi içerisinde idi.
1872’de Belediyesi kurulan Tokat, 1863’te nahiye, 1878’de Mutasarrıflık. 1920’de müstakil Liva olmuştur. 1920’de Zile Ayaklanmasından etkilenmiş, aynı yılın sonlarında silahlı Pontus çetelerinin giriştiği eylemler, 1921’de Nurettin Paşa komutasındaki bir ordu tarafından ve yöre halkının bir bölümünü oluşturan Rumların Anadolu’daki başka bölgelere yerleştirilmesi ile bastırılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1923 yılında İl konumuna getirilmiştir.

Coğrafya
Akdağ ve Çamlıbel dağlarının oluşturduğu vadiler arasında bulunan Tokat’ta, Deveci Dağı, Dumanlı Dağı, Canik Dağları olarak sıralayabileceğimiz dağlık alanlar mevcuttur. İlde bulunan ovalardan, Kazova, Turhal Ovası, Erbaa Ovası, Niksar Ovası, Omala Ovası, Artova Ovası ve Zile Ovalarında önemli ölçüde tarım meyve ve sebzecilik yapılmaktadır. Yapılan araştırmalarda kiraz ve vişnenin en önemli gen kaynaklarının Tokat yöresinde olduğu ve Tokat’a özgü “Cerasus İnkana” adlı kiraz türünün endemik bir bitki olduğu görülmüştür.
Tokat’ta iklim hem Karadeniz iklimi hem de İç Anadolu’ daki kara ikliminin etkisi altındadır. İlde Tozanlı, Kelkit ve Çekerek Çayı akmaktadır. Zinav Gölü , Güllü Köy Gölü, Kaz Gölü ve Almus Baraj Gölleri ilin doğasına ayrı bir güzellik katmaktadır. Kaz Gölü kuş cenneti konumuna uygun bir göl olup, Almus Baraj Gölü de su sporları için ideal bir parkur alanı oluşturmaktadır.Tokat ilinin ilçeleri;Almus, Artova, Başçiftlik, Erbaa, Niksar, Pazar, Reşadiye, Sulusaray, Turhal, Yeşilyurt ve Zile’dir.
Almus: İlçe, Almus Baraj Gölü ile mükemmel bir görüntüye ulaşmış, yeşil ve mavinin kaynaştığı cennetten bir köşe görünümünü kazanmıştır. Almus Baraj Gölünün su sporlarına uygun bir alan olması, barajda yapılabilecek olta balıkçılığı, başta Dumanlı Yaylalar zinciri ve Çatak Yaylası olmak üzere yayla turizmi için ideal yapıya sahip olan Almus doğal bir turizm cennetidir.
Erbaa: Horoztepe Ören Yeri, Kale Köyünde bulunan Boğazkesen Kalesi, Yer Köprü en önemli tarihi yerleridir. Ayrıca Fidi Köyünde bulunan Silahtar Ömer Paşa Camii ahşap mimarinin en önemli örneklerinden biri sayılır.
Niksar: Tokat merkezine 60 Km. uzaklıktadır.
Niksar tamamı ile bir ören şehir konumundadır. Hitit döneminden başlayan tarihi boyunca üzerinde barındırdığı tüm uygarlıklardan kalan eserler Niksar’a daha da ilginç bir yöre haline getirmiştir. Danişmend Devletine başşehirlik yapan ilçede önemli ölçüde Selçuklu, Danişmend ve Osmanlı eserleri mevcuttur. Leylekli Köprü, Çöreğibüyük Camii, Ulu Camii, Niksar Kalesi, Kırkkızlar Türbesi, Danişmend Melik Ahmet Gazi Türbesi bu eserlerden bazılarıdır. Ayrıca dünyanın en hafif suyu olan Niksar Ayvaz Suyu da ilçenin tanıtımına önemli bir katkı sağlamaktadır.
Pazar: Tokat’a 25 Km. uzaklıktadır. İlçe sınırları içerisinde bulunan Ballıca Mağarası ilçe turizmine önemli bir canlılık getirmiştir. Bunun yanında Selçuklu dönemlerinden kalma Pazar Köprüsü, Mahperi Hatun Kervansarayı gibi tarihi eserler ilçeye önem kazandırmaktadır.
Sulusaray: İl merkezine 68 Km. uzaklıktadır. Günümüzde Sulusaray bir açık alan müzesi görünümündedir. Burada bulunan antik yerleşim yerinin adı Sebestapolis’dir. Sulusaray’ın MÖ. 3000 yılında Eski Tunç MÖ 2000 yılında Hitit, MÖ 1000 yılında Frigler zamanında iskan edilmiş olduğu, kazılarda ortaya çıkan pişmiş toprak eserlerle tespit edilmiş olup çıkan bu eserler Tokat müzesinde sergilenmektedir. Antik kentte sur duvarları, bir kilise kalıntısı, bir hamam ve ayrıca tabanı mozaiklerle kaplı sağlık merkezinin varlığı tespit edilmiştir. Sulusaray ilçesinde bulunan kaplıca tesisleri iç turizm açısından ilçede önemli bir hareketlilik sağlamaktadır.
Turhal: Turhal, Orta Karadeniz Bölgesinde yer alır. İlçenin etrafı dağlarla çevrilidir, şehrin ortasında Turhal kalesi yer almaktadır. Kalenin üzerinde eski bir şatodan kalma iki burç ve bir de yeraltı geçidi bulunmaktadır. İlçede Turhal kalesinin yanında Kesikbaş Camii, Ulu Camii, Kova Camii, Ahi Yusuf Baba, Şeyh Şehabettin, Nurullah Efendi Türbeleri bulunmaktadır.
Zile: Hitit, Frig, Pers, Roma ve Bizans kültürlerinin yaşadığı Zile’de bugün Hititlere, Friglere, Perslere, Roma ve Bizanslılara, İlhanlı Danişmend, Selçuklu ve Osmanlılara ait tarihi eserleri görmek mümkündür. Bu eserler içerisinde Zile Kalesi, kalenin doğu yönündeki kayaların oyulmasıyla yapılan ve Roma döneminden kaldığı anlaşılan Tiyatro, Kalenin Kuzey Doğu tarafında bulunan Kaya Mezarı, Çay Pınarı, İmam Melikiddin Türbesi, Şeyh Musa Fakih Türbesi, Ulu Camii, Elbaşoğlu Camii, Çifte Hamam, Yeni Hamam, Masat Höyük, Hisar Kale, Anzavur Mağaraları, Hacı Boz Köprüsü, Koç Taşı ve Kuru Çaydaki manastır harabeleri görülmeye değer tarihi eserler arasındadır. Roma İmparatoru J. Sezar Zile’de yaptığı tarihi savaştan sonra başarısını ünlü ” Veni, Vidi, Vici” (Geldim, Gördüm, Yendim.) şeklindeki mesajını Dünyaya buradan duyurmuştur. Bu sözünün yazıldığı taş halen Zile Kalesinde bulunmaktadır.

Yaylalar
Tokat’ta, Çamiçi, Topçam, Bizeri, Gürlevik, Batmantaş, Dumanlı Yaylaları yöre halkı tarafından ilgi çekmektedir.

Sportif Etkinlikler
Kamp-Karavan :
 Gümenek, Sulusaray Kaplıcası, Gıj gıj Dağı kamp ve karavan turizmi için doğal ortamlardır.
Trekking : Alan Yaylası-Akdağ Zirvesi (2000 m.) Ballıca Mağarası arası trekking sporunu sevenler için mükemmel bir alandır.
Kuş Gözlem Alanı : Kaz Gölü onlarca çeşit kuşun yuvalandığı, beslendiği sazlıkları ve görüntüsü ile tam bur kuş cenneti konumundadır.
Olta Balıkçılığı : İl, akarsu ve göllerinin yoğun olması nedeni ile olta avcılığı için ideal bir mekandır. Almus Baraj Gölü her türlü su sporlarına uygun doğal bir oluşumdur.

Ne Yenir?
Tokt’ın yemek kültürü de oldukça zengin ve iştah açıcıdır. Tokat Kebabı, Etli Dolma, Bakla Dolması, Keşkek, Gendüme Çorbası, Bacaklı Çorba, Cevizli Çörek, Bezli Sucuk, Bat gibi yemekleri sofralara ayrı bir renk katmaktadır.

Ne Alınır?
Yazmacılar Çarşısı, Bakırcı, Zurnacı, Çarıkçı gibi el sanatlarının üretildiği çarşılarda pek çok hediyelik eşya alınabilir. En ünlüsü tahta baskı ile boyalı yazmalardır.

Yapmadan Dönme
Ballıca Mağarasını gitmeden,
Gökmedrese, Latifoğlu Konağı, Beysokağı, Sentemur Türbesi, Taşhan, Ali Paşa, Meydan Camileri, Hıdırlık Köprüsünü görmeden,
Enfes bir doğa harikası olan Kaz Gölü, Reşadiye Zinav Gölü, Almus Baraj Gölü, Topçam, Gürnlevik, Çamiçi gibi doğal mesire yerlerini gezip görmeden,
Tahta baskı ürünlerinin yapıldığı Yazmacılar Çarşısı, Bakırcı, Zurnacı, Çarıkçı gibi el sanatlarının yapıldığı yerleri gezmeden,
EI dokuma kumaşların ve otantik yöresel giyim kültürünün sergilendiği köyler ziyaret edilmeden,
Tahta baskı yazma almadan,
Tarihi Tokat hamamlarının birinde Türk Hamamının özelliklerini tanımadan,
Tokat yemeklerinden, özellikle Tokat kebabından yemeden
Dünyaca ünlü Niksar Ayvaz Suyunu Kaynağından içmeden,
Dönmeyin....

Melikgazi Türbesi

Danişmentliler'in kurucusu Melik Danişmend Gümüştekin Ahmet Gazi Niksar'ı feth ettikten sonra Niksar'ı bir üst olarak kullanmıştır. 1105'te ölen Melik Gazi'nin Niksar'daki türbesni torunu Nizamettin Yağıbasan yaptırmıştır.
Türbe Osmanlı döneminde onarım görmüştür. Türbe dikdörtgen planlı olup, tuğla, moloz taş ve kesme taştan yapılmıştır. 1939 depreminde yıkılan kubbesi, 1939'da Vakıflaca onarılmıştır.
Türbenin bulunduğu Mezarlık, Danişmendli, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait kümbetler, türbeler ve tarihi mezarların yoğun olduğu, çevreden toplanan mezar taşları ve kitabelerle düzenlenmiş bir açık hava müzesi görünümündedir.

Sulusaray - Sebastapolis Ören Yeri

Sulusaray (Sebastapolis) antik şehri Tokat ilçe merkezinin,  68. Km. güneybatısında bulunmak olup, tarihi Tunç Devrine kadar uzanmaktadır.
Şehrin anlamı Latincede "büyük, ulu, azametli, polis şehir, büyük şehir anlamına gelmektedir.
Tokat Müze Müdürlüğünce yapılan kurtarma ve kazı çalışmaları sonucunda, ortaya çıkan pişmiş toprak eserlerden, kentin Helenistik Roma ve Bizans Dönemlerinde de önemli bir yerleşim merkezi olduğu ve Höyüğün M.Ö. 3000 yılında Eski Tunç, M.Ö. 2000 yılında Hitit, M.Ö. 1000 yılında Frigler zamanında iskan edilmiş olduğu anlaşılmıştır. Kazılarda, çıkan bu eserler,  Tokat Müzesinde sergilenmektedir.
Ayrıca Antik kentte yapılan çalışmalarda tarihi kentin çevrili olduğu sur duvarları ve bir kilise, bir hamam ayrıca tabanı küçük mozaiklerle süslenmiş sağlık merkezinin varlığı tespit edilmiştir. Bu mozaikler Sulusaray’da kapalı bir salonda teşhir edilmektedir. Bazı taşların üzerine insan ve hayvan figürü işlenmiştir. Yine bazı taşların üzerinde de hac işareti bulunmaktadır
İlçede Helenistik Roma ve Bizans dönemine ait yapı taşlarından oluşturulan açık hava müzesi ve mozaikten insan yüzü figürü bulunan mozaik müzesi ziyaretçilere açılmıştır.

Masat Höyük

Tokat’ın Zile İlçesi Yalınyazı Köyünde yer alan Masat Höyük ören yerinde, M.Ö.3000′de Eski Tunç Çağı, M.Ö. 2000′de Hitit çağı, M.Ö. 1000′de Frig Çağını yaşayan 3 dönem mevcuttur.
1973-1984 yılları arasında yapılan kazılar sonucunda önemli eserler ortaya çıkarılmıştır.
Ayrıca Höyükte Boğaz köy Hattutaş  Hitit İmparatorluğuna bağlı bir uç beyinin sarayı da bulunmuştur. Kazılarla ortaya çıkartılan Hitit sarayının kerpiç ve taş duvarlardan oluşan mimari kalıntıları hava koşulları nedeni ile günden bugüne eriyerek kaybolmaktadır.

Develik - Deveciler Han

Develik Han, Sulu Sokak’ta Takyeciler Cami’nin güneyindedir. Kitabesi bulunmadığından dolayı yapım tarihi bilinmemekle birlikte, mimari üslubundan dolayı XV.-XVI. Yüzyıllarda yapıldığı sanılmaktadır.
İki katlı revaklı bir avluya sahiptir. Han odaları avlu etrafına sıralanmıştır. Kesme taş, moloz taş ve tuğladan ve dikdörtgen planda yapılmıştır.
Yakın tarihe kadar etrafındaki çevre duvarı ayaktaydı. Depremlerden dolayı kayıplara uğrayan han, kuzey cephesine bakan giriş portali, demir kapısı hariç harap bir durumdadır.

Takyeciler Cami

Sulusokak’taki Yağıbasan Medresesi karşısında, Arastalı Tokat Bedesten’in yanında bulunan Takyeciler Cami’nin kitabesi bulunmadığından dolayı kesin yapım tarihi ve yaptıranı tam olarak bilinmemektedir. Ancak 15. yüzyıl Osmanlı camileri ile plan benzerliği, malzeme ve teknik özellikleri sebebiyle 15. yüzyılda inşa edildiğine işaret etmektedir.
Yapıldığı dönemde çok rağbet gören, çok kubbeli ve çok ayaklı bir plana sahiptir. Kare planlı Takyeciler Camii, dışta duvarların ve ortada dört ayağın taşıdığı dokuz kubbe ile örtülüdür.
Süsleme açısından ise esas ibadet mekânında kemer yüzeylerinde bulunan kalem işi süslemelere ait kalıntılardan başka bir şey yer almamaktadır.

Tarihi Sulu Sokak

Tokat’ın eski yerleşim yeri ve ticaretin merkezi olan Sulusokak, tarihi zenginlikler ile doludur.
Arasta, Deveciler Hanı, Çukur Medrese ve Camilerin bulunduğu bu tarihi sokak, evlerin restorasyonu yapılmasından sonra, Belediye tarafından yapılan yol, kaldırım ve üzerlerindeki bulunan tarihi yapısına uygun elektrik lambaları ile eski görümüne kavuşuyor.

Sentimur Türbesi

Gazi Osman Paşa Bulvarı üzerindedir. Moğol emirlerinden Sentimuroğlu Nurettin’ e aittir.
Halk Türbeye, "Demirlengin oğlu (Timurleng benzetmesi) Türbesi" demektedir.

1314 yılında yapılan türbe kesme taştan, kare mekân üzerine tuğladan örülmüş sekizgen yıldız planlı tromplu bir külahla örtülüdür. Doğu yönündeki penceresi barok karakterli olup renkli taşlar işlenmiştir.

Paşa Han

Sulu Sokağın sonundadır. 1752 Yılında, Sultan 1. Mahmut zamanında, Trabzon ve Sivas Valiliklerinde bulunan Zaralızade Mehmet Paşa zamanında yaptırılmıştır.
Paşa Han'ın kapısı, kesme taştan yapılmıştır. Han çevresi sağır duvarlarla örülü olup, kapalı bir avlusu vardır. Avlu içerisinde hiçbir yapı yoktur.  Güney yönündeki orijinal servis kapısı mevcut olup taç kapı sökülmüştür. Portalin üst kısmının sağ ve solunda, zincirle ağaçlara bağlanmış iki hayvan rölyefi dikkat çekmektedir.
Han şahıs mülkiyetindedir. Portali camekanlarla kapatılmış ve ticaret haneye dönüştürülmüştür.

Suluhan

Adını bulunduğu sokaktan alan Han, Tokat il merkezinde Bedestenin yanındadır.  Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemekle birlikte 19.y.y’da yapıldığı tahmin edilmektedir. Depremlerde hasar gören tarihi han, farklı zamanlarda onarım görmüştür.
Han kesme taş ve tuğladan iki katlı olarak yapılmıştır. Dikdörtgen planlı olup, kuzey ve güneydeki dış duvarları dışa kapalıdır. Giriş kapısı yuvarlak kemerlidir. Avlu etrafında revak ve arkasında odalar sıralanmıştır.
1930 yılına kadar cezaevi olarak kullanılmış olan han, 1957 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek aşevine dönüştürüldüğünde orjinalliği kaybolmuştur.

Tokat Mevlevihanesi

Mevlana, dönemin önemli devlet adamlarından olan Muiniddin Süleyman Pervane'nin isteği üzerine Fahreddin-i Iraki isimli halifesini Tokat'a göndermiş ve adına büyük bir dergah yapılmıştır.
Pervane zaviyesi adında bir zaviyenin var olduğu kayıtlı olmakla birlikte Tokat'ta 18. yüzyıldan günümüze yedi adet zaviyenin ulaşmasına rağmen bugün bu isimle anılan bir zaviye bulunmamaktadır. İlk Mevlevihane'nin 1471 yılında Uzun Hasan'ın Tokat'ı tahrip etmesi sırasında yok olduğu sanılmaktadır. Daha sonra Sultan Ahmet'in vezirlerinden Sülün Muslu Paşa tarafından 1638 yılında bugünkü yerine yaptırılan Mevlevihane vardır. Bu yapı tarihi kayıtlarda 1703 yılında yapıldığı anlaşılan onarıma rağmen varlığını günümüze kadar sürdürememiştir. Günümüze ulaşan ve halen ayakta olan Mevlevihane, Osmanlı arşivinde bulunan bir belgeden anlaşıldığına göre 1845-1875 yılları arasında Sultan Abdülmecid tarafından aynı arsa üzerine yaptırılarak şeyhlik makamında bulunan Ali Rıza Dede'ye hediye edilmiştir.
Hazreti Mevlana'nın Tokat'a gelip gelmediğinin çok açık olarak bilinmiyor ama 'Fih-i Ma fih' adlı eserinde şöyle bir sözü var; “'Tokat'a gitmek gerek, çünkü Tokat'ta insanlar ve iklim mutedil”. Yani Tokat’ta mutedil- aşırı olmayan, ılımlı insanlar ve iklim yapısı var, diyor.
Evliya Çelebi, Tokat Mevlevihanesinde, daha çok ahşap oymacılık kullanılması ve mimari üstünlüklerinden dolayı İstanbul Beşiktaş Mevlevihanesi'nden daha güzel olduğunu dile getirmiştir.
Mevlevihaneler genellikle tek katlı olurken, Tokat’taki iki katlı yapılmıştır. Zemin katında beş oda yer almaktadır. Şeyhin kabul odası (başoda)  dışındakiler çeşitli hizmetlerin görüldüğü mekânlardır. Mevlevihanenin ikinci katında bulunan semahane kısmına dışarıdan bir merdivenle çıkılır. Semahane girişi önünde ahşap direkli bir balkon bulunmaktadır. Üst kata hâkim olacak derecede geniş tutulmuş olan semahane ahşap sütunlarla taşınan kubbe ile örtülüdür. Güneyinde alçı malzemeli mihrap bulunur ve semahanenin girişi mihrabın tam karşısındaki girişten sağlanır. Girişin  sağında ve solunda sema ayinini izlemeye gelenler için ayrılmış kısımlar ile üst kısmında sazendelerin yer aldığı mahfil şeklinde mutrıbhane bulunmaktadır. Semahanenin doğu tarafında ara kat şeklinde kadınlar mahfili bulunmaktadır.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar dergah, daha sonra ise Kadınlar Hapishanesi ve Kur'an Kursu olarak kullanılmış ve o süreçte hiçbir onarım görmeyen yapıyı 2000-2004 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü restore ederek, “Mevlevihane Vakıf Müzesi” olarak kullanıma sunmuştur.

Yağıbasan Medreseleri

Anadolu’nun ilk medreselerinden olan Niksar ve Tokat Yağıbasan Medreseleri 12. yy. ortalarında yapılmışlardır. Kapalı avlulu olan medreseler plan bakımından da birbirine çok benzemektedir. Yalnız Tokat Yağıbasan 3 eyvanlı, Niksar örneği ise 2 eyvanlıdır. Moloz taş malzemeyle ve dikdörtgen planlı yapılmışlardır
Bazı kaynaklarda yapılış tarihi olarak 552/1157 tarihi verilen Niksar Yağıbasan Medresesi, Niksar Kalesi üzerindedir. Bugün oldukça harap durumda olan, zamanında tıp eğitimi verilen medrese Anadolu’nun ilk medreselerindendir.
Tokat, Sulu Sokak mevkiindeki medrese ise, Selçuklu Sultanı II.İzzeddin Keykavusun tahta çıkışı nedeniyle 1247 tarihinde onarılmıştır. Kitabesi Müzede olup, Nizameddin Yağıbasan tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Nizameddin Yağıbasan, Danişmendlilerin Sivas kolunun 3. hükümdarıdır. Kazanılan bir zaferin peşinden doğduğu için babası tarafından “Düşman Basan” anlamına gelen Yağıbasan ismi verilmiştir. Giriş kapısı üzerindeki kitabede şöyle yazmaktadır; “Bu mübarek bina, el melik el âlem, el adil ebu-l Muzaffer Yağıbasan bin Melik Gazi bin Melik Danişment’in emri ile 552 (Hicri) senesinde yapılmıştır.”
Medresenin en büyük özelliği de üzerini örten 14 m. çapındaki tromplu kubbedir. Bu kubbenin 10 m. ye yakın kısmının üzeri açıktır. Medresenin basit bir girişinden sonra girilen avlusunun iki yanında eyvanlar ve tonozlu odalar bulunmaktadır. Osmanlı döneminde göçmenler buraya yerleştirilmiş, 1939 yılı depreminde büyük hasar görmüş, kubbe ve tonozları çökmüştür. Günümüzde kısmen toprağa gömülü bir halde iken 2010 yılında yeniden tamir görmüş ve turizme kazandırılmıştır.

Hatuniye Külliyesi - Meydan Cami

Tokat il merkezi Meydan mahallesi'nde yer alan yapı; cami, medrese ve imaretten oluşan bir külliyedir.  Tokat'ta yoğun olarak bulunan Selçuklu zaviyeleri planından etkilenerek geliştirilen erken dönem Osmanlı zaviyeli camilerinin Anadolu'daki en son ve en güzel örneğidir.
Adını bulunduğu mahalleden alan Cami 1485 yılında Sultan II. Bayezid tarafından annesi Gülbahar Hatun adına inşa ettirilmiştir. Eski tarihi kayıtlarda “caminin yapımı bittikten sonra küçük olduğu görülmüş ve iki yanına birer mescit daha inşa ettirilmiştir” denilmektedir.
Ana mekân üzerinde tek kubbesi, tek minaresi ve altı mermer sütundan oluşan, beş kubbeli son cemaat yerine geçişler pandantiflerle sağlanmıştır..Ana mekân, revaklı ve minaresi rölyef süslemelidir.Selçuklu tarzı stalaktitlerle işlenmiş mermer portalı ve geçme ağaçtan yapılmış kapısı birer sanat şaheseridir. Ağaç kapıyı çevreleyen kemerin üzerinde kitabe yer almaktadır. Caminin duvarları, minaresi ve mescitler kireç taşından, kubbesi tuğladan örülmüştür. Minarenin kaidesi sekizgendir. Kaideden gövdeye geçişte Türk üçgenleri kullanılmıştır. Minarenin şerefe altlarında ise mukarnaslar geçiş unsuru olarak tatbik edilmiştir Yapının etrafını mukarnas silme dolaşmaktadır. Mihrap ve minberi mermerden yapılmış olan caminin, iyi ışıklandırılmış bir mekânı ve kubbesinde “boya” süslemeler vardır.
Geçme ağaçtan yapılmış giriş kapısının sağ ve sol kanadında mihrabın solundaki pencerenin sağ ve sol kanatlarında ve mihrapta mihrap ayetinin altında sağ ve solda yer alan rozetlerin içinde aynı hadisler yazılıdır. Bu hadisin manası şöyledir: ’’Vakit geçmeden önce namaz’ı, ölüm gelmeden önce de tövbeye acele ediniz.’’
Avlunun ortasında ahşaptan sekizgen formda yapılmış orijinal olmayan 214 sivri kemerli sekiz dilimli kiremit çatılı bir şadırvan yer almaktadır. Yanın ise; Gülbahar Hatun Medresesi yer almaktadır.

Behzat Cami

Tokat merkezde, şehri boydan boya geçen Behzat deresi kenarında yer alan Behzat Cami, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Fakih Şirvan oğlu Hoca Behzat tarafından 1535 yılında yaptırılmıştır.
1535 tarihli Osmanlı sülüsüyle yazılmış ilk kitabesi Hoca Behzat'a ait olup, altında kapı lentosunun üzerinde üç kıta halindeki şiir şeklindeki kitabede caminin II. Abdulhamid döneminde halk tarafından verilen bağışlarla genişletildiği yazmaktadır. Diğer kitabe tamir kitabesidir.
Kare planlı cami, kesme taştan yapılmış tek şerefeli  bir minaresi olan caminin kıble tarafında Hoca Behzat’ın kabri bulunmaktadır.
Duvar ve pencerelerde, kubbe ile örtülen kısım ile tonoz ile örtülü kısım arasında duvar örgüsünde ve tuğla pencere kemerleri arasında farklar olduğu görülmektedir.
Caminin 1902 yılında güney tarafına saat kule eklenmiştir.

Veni, vidi, vici (Geldim, gördüm, yendim)

Zile bir zamanlar, ticari bir merkezdi. Bu yüzden bir çok uygarlığın hedefi olmuştur. Saldırılar için güçlü ve kolay ele geçirilemeyen bir kaleye sahipti.
Buna rağmen, Roma İmparatoru Julius Sezar, Roma'dan binlerce kilometrelik yolu at sırtında Zile'yi almak için gelir. Ve Pontus asıllı Basforos Kralı 2. Pharnake ile Altıağaç mevkisinde çok kanlı bir savaş yapar. İki tarafında büyük kayıplar verdiği savaşı Sezar kazanır. Bunun üzerine dünyaca ünlü 'Veni, vidi, vici (Geldim, gördüm, yendim)' sözünü söyleyerek bu sevincini Roma 'ya bildirir ve bu sözünü Kaleye yaptırdığı taş bir kitabeye yazdırır.
Bu kitabe yüzyıllardır kalede muhafaza edilmektedir ve milyonlarca insan bu taşı görebilmek için Kale’yi ziyaret etmektedir.
2012 Yılında, Zile Belediye Başkanının 3 yıllık mücadelesinden sonra, Sezar’ın bu kalede söylediği 4 bin yıllık söz için Türk Patent Enstitüsü'nden marka tescil belgesi aldı.

Çilhane Meydanı

Niksar'ın eski merkezidir.
Günümüzde zaman zaman etkinliklerin düzenlendiği küçük bir meydandır.

Lülecizade Kardeşler Çeşmesi

Lülecizâde Kardeşler Çeşmesi, Çöreğibüyük Cami karşısındadır. Kitabesine göre çeşme, Lülecizâdeler olarak bilinen Asaf, Ziya ve Nazif kardeşler tarafından 1921 yılında yaptırılmıştır.
Harmancık Tepesi’ndeki nekropol alanından getirilen bir Roma lahdi ile yapılmış tek kurnalı bir çeşmedir.
Üzeri balık pulu şeklinde işlenmiş kapağın akroterlerinde bulunan rölyeflerin batı köşesinde sürüsünü otlatan bir çoban, doğu köşesinde ise inek sağan kadın tasvir edilmiş. Bu figürlü tasvirlerin altında volütlü kıvrımlar, onların arasında kalan bölümde ise üzüm ve asma dallarından oluşan bir bordür yer almaktadır. Lahit teknesinin yalak olarak kullanıldığı çeşmenin aynalığının iki yanında bulunan volütlü ve yivli taşlar da devşirme malzemedir.

Çöreği Büyük Cami

Çöreğibüyük Cami, Niksar ilçe merkezinin doğu çıkışında, cadde kenarında yer almaktadır. 13. yy.'da Ebu Sait Bahadır Han zamanında tekke ve zaviye olarak yapılan bu eser 1939 ve 1942 sarsıntılarında yıkılmış, 1957 yılında restore edilerek cami olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Caminin en ilginç yanı portaldaki diz çökmüş ceylan rölyefidir. Orijinal yapıdan günümüze sadece taçkapısı ulaşmıştır. Bu taçkapıda Caminin giriş kapısı olarak kullanılmıştır.
Camiye, Çöreğibüyük denmesinin nedeni, Evliya Çelebi'ye göre; Çöreği Büyük Sultan adında bir zat, yapının yakınında gömülü olduğundan bu adı almıştır. Bir rivayete göre de kubbenin tam ortasında karşılıklı ön ayakları üzerine çömelmiş iki ceylan resminin yuvarlak rölyef içinde olup çöreğe benzetilmesidir.

Niksar Hükümet Konağı

1905 – 1907 Yıllarında, Sultan 2. Abdülhamit döneminde,  Niksar eşraflarından Hacı Abdurrahman Efendi tarafından yapılan Konak, uzun yıllar Hükümet Konağı olarak kullanılmıştır. Daha sonra bir dönem Niksar Halk Kütüphanesi olarak hizmet vermiştir.
2005 Yılında Kültür ve Turizm Bakanlığınca restorasyonuna başlanan Konak, 2012 yılında tamamlanarak,  İlçe Kütüphanesi, Belediye Sarayı ve Kent Belleği Müzesi olarak hizmete girdi.
Geçmişinde iki yıkıcı depremi yaşayan ahşap kâgir yapıdaki konağın bir kitabesi yoktur.  Özellikle 1942 depreminde ciddi hasar görünce, zemin kat holüne betonarme iskelet yapılması suretiyle sağlamlaştırılmıştır. Pencere ve kapı söveleri, girişindeki profiller ve taş döner sütunlar ile tarihi ve mimari öneme sahip iki katlı binanın 28 odası ve 2 büyük salonu bulunmaktadır.
Konak bahçesi ile birlikte toplam: 1770 metrekarelik bir alana sahiptir. Konağın bahçesi ve oradan  iki taraflı bir merdivenle inilen eski çeşmesi 1980’lerde yok edilerek, yerine dükkânlar yapılmış,

Niksar Yılanlı - Leylekli Köprü

Tokat ili Niksar ilçesinde, Çanakçı Çayı üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi bilinmemektedir.
Ancak yapı üslubundan Roma veya Bizans döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Köprü Osmanlı döneminde kullanılmış ve yapılan eklerle de bugünkü şeklini almıştır.
Köprünün kemer kısmının ağzındaki bir kabartmada ağzında yılan tutan bir leylek görülmektedir. Bu nedenle de köprüye Leylekli veya Yılanlı Köprü ismi verilmiştir.
Köprü kesme taştan yuvarlak tek gözlü olarak yapılmıştır.

Tokat Saat Kulesi

İl merkezinde bulunan saat kulesi Mutasarrıf Bekir Paşa ile Belediye Başkanı Enver Bey’in çabaları ile 1902 yılında yaptırılmıştır.
Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümünde Anadolu’daki diğer bazı saat kuleleri ile birlikte bu saat kulesi de yapılmıştır. Giriş kapısı üzerindeki mermer levha üzerinde yalnızca 1901 - 1902 tarihleri yazılıdır.
Saat Kulesi kesme taştan, 33 m. yüksekliğindedir. Kare kaide üzerinde sekizgen gövdelidir. Bu gövdenin üzerindeki dışarıya doğru çıkıntılı silmelerle gövde üçe bölünmüştür. Bunun üzerinde de yine sekizgen, ancak daha dar biçimde üzeri kubbeli balkon çevresine dört yöne bakan yuvarlak saat kadranları yerleştirilmiştir. Kulenin girişi güney yönünde olup, aynı zamanda buraya dışarıya çıkıntılı, üzeri üçgen silme çatılı bir muvakkithane yerleştirilmiştir.

Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi

Atatürk milli mücadele yıllarında altı kez Tokat’ı ziyaret etmiş ve çoğu kez il merkezi Devegörmez Mahallesi’nde bulunan ve 19. yüzyılın ikinci yarısında kerpiç ve ahşap malzeme kullanılarak inşa edilen üç katlı bu konakta kalmıştır.
Konak, Atatürk’ün Bandırma Vapurunda yanındaki silah ve çalışma arkadaşlarından olan ve sonradan milletvekili seçilen ve dört dönem vekil olan, Tokatlı Piyade Yüzbaşı Mustafa Vasfi Süsoy’a aittir. Atatürk 25 Eylül 1924 tarihindeki dördüncü kez Tokat’a gelişinde eşi Latife Hanım ile birlikte bu konakta iki gece misafir olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk tarafından bizzat kullanılan eşyalar o dönemdeki yerlerini müze binasında almıştır. Evin bir odası ise Mustafa Vasfi Süsoy odası olarak ayrılmış ve şahsi eşyaları, madalyaları ve aile fotoğrafları ile düzenlenmiştir. Evin diğer bölümleri için o döneme ait eşyalar bağış ve satın alma yöntemi ile temin edilmiştir.
Konak, 2001 yılında Turizm Bakanlığı'nca kamulaştırılarak 2007 yılında restorasyon sonrası Atatürk'ün Tokat'a gelişinin 88. yıldönümünde Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi olarak hizmete açılmıştır.

 Yazmacılar Hanı  

Yazmacılıkla ünlü Tokat’taki bu harabe yapının adı aslen; Gazioğlu Hanıdır. Fakat kapı üzerindeki 1880 tarihli Arapça ve Yunanca kitabede Merkuroğlu yazar. İçinde yazmacılık yapıldığı için de neredeyse elli yıldır halk arasında, Yazmacılar Hanı olarak anılır olmuş. Yazmacı esnafı şehrin dışındaki sanayi sitesinde bir hana taşınınca boş kalmış ve son yıllarda iyice harap olmuş. Özel mülkiyete ait olan han, 2010 yılında Vakıflar tarafından satın alınmış ve eski canlılığına kavuşturulmak için restore edilmesine karar verilmiş.
Geleneksel yazmacılığı sürdürebilen esnaf sayısı son yıllarda yok denecek denli azalmıştır. Geleneksel yazmacılıkta; desenler ıhlamur ağacından kalıplara oyulur ve doğal boyalarla bezlere baskı yapılır. Böylece yazmanın kumaşı eskir ama renkler asla yıpranmaz. Karakalem ve elvan olarak iki tip yazma basılmaktadır.
Yazmacılığın yapıldığı Anadolu kentleri arasında ayrı bir yere sahip olan Tokat’ta yaklaşık 14 yıldır kapısına kilit vurulu olan, 19. yüzyıl sonu Osmanlı yapısı olan Yazmacılar Hanı'nda başlayan restorasyon durdurulduktan bir yıl sonra, proje revizesi ile Kayseri Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan geçti ve restorasyon tekrar başladı. Yaklaşık 2 milyon TL'ye mal olması beklenen bu çalışmalarının birkaç yıl daha sürmesi bekleniyor. Hanın ahşap kısmının bir bölümü zamana yenik düşmesi nedeni ile restorasyon çalışmaları kapsamında tamamen yıkılırken, aslına uygun olarak yeniden yapılması bekleniyor.

Latifoğlu Konağı

Tokat’ın nüfuslu ailelerinden olan Latifzadeler tarafından 1746 yılında il merkezinde inşa edilen Latifoğlu Konağı, Osmanlı Barok üslubunda yapılmıştır.  Latifoğlu Mazhar ve Fahri Bey Evi olarak da anılan konak,  Bakanlık tarafından 1987 yılında kamulaştırılarak restore edilmiştir.
Cephesinde kullanılan bazı parçalardan, aynı yerde olan bir başka ev üzerinde yeniden yapılanma olduğu anlaşılmaktadır. Ahşap karkas ve arası kerpiç dolgulu olan konağın üzeri alaturka kiremitli kırma bir çatı ile örtülmüştür.
Konak, Türk ev mimarisinde dış sofa olarak adlandırılan planda yapılmıştır. Odalar bu sofa etrafındadır. İki katlı olan konağın taş döşeli avlusunda bir havuz bulunmaktadır. İç duvarları, kalem işi panolarda çiçek buketleri ve İstanbul manzaralarıyla süslenmiştir. Ahşap tavanında ise yıldızlı bitkisel süslemeler mevcuttur. Özellikle dolap ve yüklük kapakları, kapılar ahşap oymalarla bezenmiş, havuz başı odasının duvarları ise çiçek motifli ve İstanbul manzaralı panolarla bezenmiştir. İçerisinde bulunduğu ahşap oymaları  ve kalem işi süslemeleri ile türünün ender örneklerindendir. Üst kattaki paşa odasının Barok tavan göbeği tam manasıyla ahşap bir dantelâ gibi işlenmiştir. Osmanlı sanatının en güzel örneklerinden olan ocak davlumbazları, tepe pencereleri burada bulunmaktadır. Özellikle paşa odasının ocak davlumbazı üzerindeki akantus yaprakları, havuz başı odasında bulunan ocak üzerindeki alçı üzerine yapılan karanfil, lale gibi çiçek motifleri dönemin bezeme sanatını yansıtmaktadır. Tepe pencerelerindeki alçı vitraylardaki Mühr-ü Süleyman motifleri de Osmanlı sanatında sık kullanılmış bir motif olup, burada da uygulanmıştır.
Konak iki katlı olup, “I” planda yapılmıştır. Üst katta harem, selamlık ve yatak odaları bulunmaktadır. Alt katta aşevi ve hamam mevcuttur. İkinci kattaki sofa konağın haremlik-selamlık bölümünü ayırmaktadır. Konağın bu katında "Paşa Odası" denilen selamlık bölümü, "Havuzbaşı Odası" denilen harem bölümü, bir yatak odası ve küçük bir oda yer almaktadır.
Konağın mimari yapısının ve bezemelerinin yanı sıra içerisinde etnografik malzemeler teşhir edilmektedir. Bunların başında yöresel takılar, ateşli ve kesici silahlar, porselenler, el işleri gelmektedir. Mankenlerle canlı ve gerçekçi bir teşhir yapılarak Tokat'ın geleneksel ev kültürünün yansıtıldığı bir “Müze-Ev”e dönüştürülmüştür.

Ali Paşa Külliyesi

Tokat'taki en büyük Osmanlı anıt eseri olan Ali Paşa Külliyesi, Cumhuriyet Meydanının güneyinde kalır.
Sultan II. Selim zamanında Ali Paşa tarafından 1572 yılında yaptırılan caminin avlusunda Ali Paşa’nın eşi ve oğlu Mustafa Bey’in türbeleri de yer almaktadır.
Ali Paşa Bosnalı olup Enderun’da yetişmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Beyazid’in damadıdır. Beyazid babasına isyan ettiği için öldürülmüş, damadı Ali Paşa da, II. Selim zamanında Söngüt Çayırında idam edilmiştir.
Rivayete göre; dönemin kudretli padişahı Sultan Süleyman’ın evliyalar, erenler, enbiyalar yani kırklar meclisi ile bu kutsal mekânda toplantılar yaptıklarından bahsedilerek kanunlar hazırladıklarından dolayı “Kanuni” unvanını burada aldığına inanılır.
Osmanlı geleneğine göre öldürülen Devlet adamlarının yaptırdıkları eserler için kitabe konulmazdı, bu nedenle camide kitabe yoktur. Ancak Ali Paşa avluya yaptırdığı türbesine mezar kitabeleri koydurarak ismini dolaylı olarak camiye mal etmiştir.
Camiinin önünde asırlık bir ağaç bulunmaktadır. Mimar Sinan ekolünde yapılan cami, kesme taştan yapılmış olup, tek kubbesi ve tek minaresi vardır. Kare planlıdır. Günümüze orijinal süslemeleri ile ulaşan tek ahşap şadırvana sahiptir. Ana mekanın kıble dışında kalan diğer 3 duvarında karşılıklı mahfiller yer alır. Bunların kuzey yönündekiler oda şeklindedir. Kesme taştan kemerli olarak yapılmış mahfillerin üst kısmında kadınlara ait bölümler vardır. Kubbe kaidesinde 8 gen kasnakta ve duvarlarda pencereler olan caminin stalaktitli mihrap ve minberi sarı ve gök mermerden yapılmıştır. 19. yüzyıl boyama buket desenleriyle yapılan iç süsleme caminin yapıldığı 16. yüzyıl ile bağdaşmamaktadır.
Ali Paşa Hamamı
1572 yılında Ali Paşa tarafından yaptırılan hamam, Ali Paşa Cami’nin vakfiyelerinden olup, Külliyenin bir parçasıdır. Tamamen kesme taştan yapılmıştır. Tek kubbesi vardır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 1966 yılında onarılmış ve işletmeye açılmıştır.
Kadın ve erkek bölümlerinin ayrı ama bitişik olduğu yapı, çifte hamam tarzında olup klasik Osmanlı hamam mimarisinin tüm özelliklerini taşımaktadır. Hamam, simetrik, soyunma yeri kare, yıkanma yeri haç planlıdır. Karşılıklı dört eyvanı kubbeli ve beşik tonozlu olan yıkanma yerinin köşe halvetleri basık ve kubbelidir.  Sekizgen kasnak üzerine oturtulan büyük kubbeleri 1966 yılında kurşunla kaplanmıştır.

Niksar İlçesi

Tarih, tabiat, kültür ve turizm kenti Niksar, Kelkit ırmağı ile Canik Dağları'nın kucaklaştığı, Kelkit ırmağının geçtiği vadi boyunca uzanan tabii güzelliklerin şehridir. İklim olarak Orta Karadeniz iklimi ile İç Anadolu iklimi arasında bir geçiş iklimi bölgesidir. Tarım arazisi bakımından elverişli bir ovaya sahiptir. Yetiştirilen ürün çeşidi olarak zengin bir yapıya sahip Niksar ovası yılda birden fazla ürün vermektedir.
İl merkezine 52 km. mesafede olup, rakımı 350, nüfusu 33.090' dır.
İmparator Hadrianus zamanında Neocaeserea (Niksar) Büyük Pontus eyaletinin Metropolisi ilan edilerek, Anadolu'nun siyasi başkenti haline gelmiştir.
Danişmendli Türk Devleti ile birlikte Tacettin Oğulları Beyliği'nin başkentliğini yapmış, Türkiye'nin 2. büyük kalesi ve Anadolu'da ilmin ilk ışıklarının yayıldığı Nizamettin Yağ-ı basan Medresesi'nin bulunduğu, Danişmendli, Selçuklu, Osmanlı Türk İslam kültürünü yansıtan eserlerinin tarihi izlerini bütün ihtişamıyla yaşatan zengin bir açık hava müzesi görünümündedir.
Ayrıca; Erzurumlu Emrah ve Cahit Külebi anıt mezarları ilçede bulunmaktadır.

Tokat Kebabı

Kentin en ünlü lezzetlerinden biri olan Tokat Kebabı; Tokat ve İlçesi Zile’nin geniş çayırlarında taze ot yiyerek beslenen kuzulardan ve yine yörenin taze sebzelerinden yapılır.
Özel kebap ocaklarında pişirilen ve ünü Tokat sınırlarını aşan kebap, özel pişirilmiş pidesi ile servis edilir.
Tokat Kebabı’nın Yapılışı:
Küçük parçalar halinde kesilen etler baharat, biber ve soğanla terbiye edildikten sonra hafif yağlanmış şişlere takılmak üzere bekletilir. Şişlerin en başına et ve sebzelerin düşmemesi için patlıcanın sap kısmı takılır. Şiş üzerine bir et, bir sebze ve sebze aralarına bir parça kuyruk yağı ve bir iki diş sarımsak dizilir. Patlıcanların kabuğu alınmaz yarıdan kesilmiş ve uzun selvi doğranmış patlıcanlar önceden hafifçe tuzlanmalıdır. Birkaç şişe de etler müstakil olarak takılır.
Kebap ocağının ortasında bulunan yatay demire şişler asılır. Fırının iki tarafında bulunan yatay bölümde yanan odunların ateşi ile pişmeye bırakılır. Fırının alt kısmında bulunan saç tepsiye damlayan yağlar toplanır. Özel pişirilmiş pideler bir tepsiye yayılır. Pişen etler ve sebzeler bunun üzerine sıyrılır. Tepsinin ortasına pişen domatesler konulur. Üzerine toplanan yağlardan gezdirilerek servise alınır.

Niksar Ulu Cami

İlçe merkezindeki cami, 1145 yılında Çepnizade Hasan Bey tarafından yaptırılmış bir Danişmentli dönemi eseridir.
Cami, dikdörtgen planlı olup iç mekan 4 sıra, ayakla 5 sahına ayrılmıştır.
Anadolu'nun iyi durumda ayakta kalabilen en eski camilerinden biridir.

Niksar Kalesi

Niksar ilçesi merkezinde, Çanakçı Çayının oluşturduğu vadinin kuzeyindeki tepede yer alan Niksar Kalesi, ilk defa Roma döneminde kurulmuş, Bizans döneminde büyütülmüş, İslami çağlarda da tahkim edilmiştir.
İlçe merkezine hakim konumdaki Türkiye'nin 2. büyük kalesinde; medrese, iki hamam, iki mescit, kilise ve hapishane kalıntıları bulunmaktadır.
Niksar Kalesi iç-içe surlarla ve muhkem kapılarla korunaklı bir şekilde yapılmıştır. Kuşatılma sırasında kapılar kapatıldığında, içerisinde aylarca yetecek kadar gıda ambarları, su sarnıçları ve her türlü sosyal ihtiyaca cevap verecebilecek ünitelerin bulunmasından dolayı, kale savunma kalesi olduğu gibi aynı zamanda bir yaşam kalesidir.
Danişmentliler kaleyi kuşattıkları zaman, efsaneleri ile ün yapmış Kırkkızlardan yardım almışlardır. Bu yardım onların hayatlarına mal olmuştur. Kırkkızlar'ın efsanesi Araştırma-yazar Kimya Mühendisi Abdullah Yıldız tarafından günümüzde öyküleştirilmiştir.

Kırk Kızlar Türbesi

Günümüzde, Niksar ilçe merkezindeki modern şehir yapıları arasında kalmış olan türbe, tuğla ile örülmüş anıtsal bir kümbettir.
Özenli tuğla işçiliği ile dikkat çeken sekizgen planlı türbeyi, daha sonra kimlerin yaptığı bilinmemektedir. Günümüzde türbenin piramit külahı yıkılmış, saçak çıkıntıları ve tuğlu kubbesi kalmıştır.
Yörede efsaneleşmiş Kırkkızların hikayesini, Araştırmacı - yazar Kimya Mühendisi Abdullah Yıldız tarafından günümüzde öyküleştirilmiştir.
Kırkkızlar, zalim hükümdarların muhafızları aracılığıyla halktan zorla toplattıkları haraçları, geceleri tedbili kıyafet olup, muhafızlardan alarak, yoksul halka iade etmeleri ile kendilerini kahramanlaştırmışlardır.
Kale'nin Danişment'liler zamanında kuşatılması sırasında, İç - içe surlarla ve muhkem kapılarla korunaklı bir şekilde yapılmış olan Niksar Kalesi'nin kapıları kapatıldığında, içerden gizli gizli Danişmendli askerlere yardımları fark edildiğinde, başları vurularak surlardan aşağı atılmıştır.
Danişmentli askerlerden etkilenen kırkkızlar müslüman olmuşlardı. Cenaze namazları, 13. yüzyıl başlarında Melik Ahmet Gazi tarafından kılınmış ve Niksar Kalesi'nin karşısındaki Düztepe yamacına defnedilmişlerdir.

Tokat Ulu Cami

Tokat Cami-i Kebir Mahallesi’nde bulunan ve 1145 yılında Çenepni Zade Hasan Efendi tarafından yaptırıldığı rivayet edilen Ulu Cami, bilinmeyen bir nedenle yıkılmıştır. 1678 yılında Sultan IV. Mehmet zamanında yenilenmiştir ve yerleştirilen kitabesinde de “Çün bu cami oldu Cedid” yazılmıştır. Son cemaat yerindeki devşirme Bizans sütunları da caminin ilk yapılışının ne denli eski olduğunu kanıtlar.
Tokat'ta orijinalliğini en fazla koruyan tarihi eserlerden biri olan cami, kesme ve moloz taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Üzeri kiremitli ve çıta süslemeli ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Caminin iç mekânında 17.yüzyıl İznik çini motiflerine benzer kalem işleri, kuzey revaklarında ise kesme taştan, Selçuklu çinilerindeki gibi geçme Rumi motifli kemerli kolonlar yapılmıştır. Mukarnas nişli mihrap Selçuklu, yana kaymış  olan portal ise Osmanlı  mimarisinin özelliklerini taşır. Anadolu’nun  en  eski  ve  en  yüksek minaresi olan tuğla minare bir  depremde yıkılmıştır. Caminin, güney batı köşesine bir kuş evi oyulmuştur.
I.Dünya Savaşı’nda cami içerisine askerler yerleştirilmiş, daha sonra da kendi haline bırakılarak terk edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü 1950 yılından sonra camiyi yeni baştan onarmış ve bugünkü durumuna getirmiştir.

Mahperi Hatun Kervansarayı

Tokat İli’nin Pazar İlçesinde, Tokat - Turhal - Amasya kervan yolu üzerinde bulunan ve Ballıca Mağarasına giderken sol tarafta kalan bu kervansarayı, Sultan I.Alâeddin Keykubat’ın eşi Mahperi Hatun 1238–1239 yılında, oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında yaptırmıştır.
Mahperi Hatun Kervansarayı Anadolu Selçuklularının karma tip denilen, hem açık hem kapalı kısımlara sahip kervansaraylar grubundandır. Dikdörtgen planlı ve tamamen kesme taşlardan inşa edilmiş olan yapının çevresi 16 adet takviye kulesiyle güçlendirilmiştir. Çeşitli motiflerle bezenmiş görkemli portalinden içeri girildiğinde avlunun iki yanında revaklar göze çarpmaktadır. Tek nefli olan kapalı bölümünün sade bir portali vardır.
Kervansaray yazlık ve kışlık olmak üzere iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Yazlık bölüm avlu etrafında çevrili revak ve arkasındaki bölümlerden ibarettir. Kışlık kısım ise, iki sıra halinde payelerle üç bölüme ayrılmış üzeri de tonoz örtülü olup, tamamen dışa kapalıdır.
Kervansarayın biri dış, biri iç diğeri de çeşme kitabesi olmak üzere üç kitabesi vardır. Giriş kapısı oldukça gösterişli olup, sivri kemerli niş içerisindedir ve kitabelerin ilki olan yapım kitabesi burada bulunmaktadır. Hunat Hatun Külliyesinin giriş kapısının hemen üzerinde Tevbe Suresinin 18. ayeti yazılıdır: “Allah'ın mescitlerini ancak Allah'ı ve Ahiret'i tasdik eden, namazı gereği gibi kılan, zekatı veren ve Allah'tan başka kimseden çekinmeyen müminler bina edip şenlendirir. İşte onlar Cennet'e ve bütün muratlarına kavuşmayı umabilirler”.
Batı ve doğu kapılarının üst kısmında yer alan mermer kitabelerin Türkçesi şöyledir; “Bu mübarek caminin inşasını Keykubad oğlu yüce sultan, din ve dünyanın koruyucusu, fetihler sahibi Keyhüsrev devrinde, Şevval 635 (Haziran 1238) yılında, büyük, âlim, kanaatkâr, dünya ve dinin yüz akı hayırlar fatihi Melike oğluna emretti -Allah onun yüce varlığını devamlı kılsın, gücünü arttırsın”.
Kuzey cephesindeki taç kapıdan giriş eyvanıyla açık avlulu bölüme geçilir. Dikdörtgen avlunun iki yanında simetrik biçimde ikişer sıra ayaklarla taşınan sivri kemerli beşik tonozla örtülü revaklar yer almaktadır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan kapalı kısma, girişle aynı eksen üzerinde bulunan ve dışa çıkıntısı olamayan ikinci bir taç kapıyla girilir. Kapalı kısım, kare kesitli altışar payeyle ortadaki daha geniş olmak üzere üç sahına bölünmüştür. Bugün üst örtüsü tamamen çökmüş olan kapalı bölümün sivri beşik tonozla örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Beden duvarları payandalarla desteklenen yapının kapalı kısmı, doğu ve batı duvarlara yerleştirilmiş mazgal pencerelerle aydınlatılmıştır. Tamamen düzgün kesme taş kullanılarak inşa edilmiş Mahperi Hatun Kervansarayında süsleme, yalnızca taç kapılarda bulunmaktadır. Kuzey cephedeki dışa taşkın ve beden duvarlarından daha yüksek tutulmuş taç kapının yüzeyi altı kollu yıldız geçmeli bir bordür, köşe sütunceleri ve kapının iki yanında mukarnas kavsaralı birer nişten oluşan sade bir süslemeye sahiptir. Bu taç kapının hemen yanında, yapının beden duvarında yer alan çeşme, yıldız motifli tepelikli sivri kemerli sağır bir nişten oluşur. Kapalı kısmın taç kapısı da anıtsal boyutlarda olmasına karşılık, dıştan silmelerle kuşatılmış çok daha yalın bir süslemeye sahiptir.
Gerek mimari yapısı, gerekse çevredeki Ballıca Mağarası, Kaz Gölü,  Antik kent Sebastapolis, Munamak ve Kemer Suyu Şelâlerine yakınlığı ile kavşak noktasında bulunmaktadır.
Restorasyon çalışmaları tamamlanan Mahperi Hatun Kervansaray restoran olarak da ziyaretçilerine hizmet vermektedir.

Mahperi Hatun kimdir?
Hunat Hatun, Huand Hatun ya da Hunad Mahperi Hatun, I. Alaeddin Keykubad 'ın eşi ve Alanya Kalesinin aslen Rum olan kralı Kir Fard'ın kızıdır.
1220 yılında I. Alaeddin Keykubad Alanya (Kolonoros) kalesini fethedince Kir Fard barış teklif edip “eğer bana ülkenize sığınma ve kalan ömrümü geçirecek bir yer verirseniz, benim için büyük bir lütuf olacaktır”,der.  Alaeddin Keykubad bu teklifi kabul edip, ona “Sadakatinizi ispat için aile fertlerinden birini akrabalığımıza arz ederseniz, hakkınızdaki güvenimiz artmış olur”, şeklinde cevap verir. Bunun üzerine Kir Fard kızı Prenses Destina'yı, I.Alaeddin Keykubad'a 1221'de eş olarak gönderir.
Prenses İslam'ı hiçbir zorlama olmadan kendi isteğiyle seçer. Zeki, çalışkan, dindar, kültürlü, cömert ve hayırsever bir kişi olarak kendisine bilge, büyük manasına gelen Huand (Hunat), eğitime ve öğretime yaptığı katkılardan dolayı da, ay parçası, etrafına nur ve güzellik saçan manasında Mahperi ismi verildi. Sultan Hanım payesi vermek için de, Hunat ismine Hatun eklenmiştir. Kitabelerde geçen unvanı ise Saffetü'd-dünya ve'd-Din dir (Din ve dünyanın yüz akı). I. Alâeddin Keykubad'ın Hunat Hatun ile evliliğinden Gıyaseddin adında bir erkek çocuğu oldu. Oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in 1236 yılında sultan olmasından sonra kendini iyice hayır işlerine verdi. Hunat Hatun 1238 yılında Kayseri'de de kendi adıyla anılan bir külliye inşa ettirdi.
Hunat Hatun, Tokat, Çekerek (Yozgat), arasına yol emniyetini sağlamak ve ticaret yapan tüccarları ücretsiz konaklatmak için altı büyük kervansaray yaptırdı.

Gök Medrese - Pervane Darüşşifası

Halk arasında "Gök Medrese", "Pervane Medresesi", "Kırk Kızlar Medresesi", "Darüşşifa", "Bimarhane Tekkesi" olarak da adlandırılan, Taşhan yakınındaki Arkeolojik, etnografik eserlerle sikkelerin sergilendiği Arkeoloji Müzesi karma müzeler grubundadır. Anadolu Selçuklu Döneminin mimarisini yansıtan ve  kitabesi konulmayan yapı, XIII.yy'da (1277) Muineddin Pervane Süleyman tarafından yaptırılmıştır.
Osmanlılar zamanında XVIII. yy'a kadar medrese, bimarhane ve bir odası türbe olarak kullanılan yapı, daha sonraları şifahane ve göçmen barınağı olarak kullanılmıştır.
Yapı, açık avlulu, iki katlı, iki eyvanlıdır. Avlu, üç taraftan revaklarla çevrili olup, revaklar zemin katta devşirme sütunlar, üst katta dörtgen ayaklar taşımaktadır. Sütun başlıkları da devşirmedir. Doğu cephedeki taç kapı, yukarı ve dışa taşıntılıdır. Cephenin 1/3'ünü kaplamaktadır ki, döneminin tipik özelliğidir. Bitkisel ve geometrik kademeli bordürlerle çevrili taç kapının mukarnas kavsalası üzerinde iki yanda pencere yer almaktadır. Bu durumuyla Anadolu Selçuklu mimarisinde özel yere sahiptir. Kitabe yeri boş bırakılmıştır.
Avluya bakan cepheleri gök mavisi ve patlıcan moru renklerden oluşan geometrik, bitkisel ve yazı (hat) karakterli süslemeye sahiptir. Gökmedrese ismini de gök mavisi renkli çinilerden almaktadır. Tıp eğitiminin verildiği yapı Pervane Darüşşifası olarak da bilinmektedir. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yapılış amacına uygun olarak yıllarca sağlık hizmetinde kullanılmıştır.
Alt (zemin) ve üst kattaki odalarda eserler kronolojik tasnif göz önüne alınarak teşhir edilmektedir. M.Ö. 3000 yılı Eski Tunç Çağı'ndan itibaren, Hitit, Frig, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin eserleri sergilenmektedir. Kazı çalışmaları tamamlanan Maşat Höyük buluntuları ile Müze Müdürlüğü'nce yapılan kurtarma kazıları sonucu ele geçen eserler teşhirin ağırlıklı bölümünü oluşturmaktadır.
Girişin sağındaki İlk Tunç Çağı eserleri, takip eden odalarda Hitit; Frig (Demir Çağı) dönemi eserleri, kilise eşyaları sergilenmektedir. Müzenin bu bölümünün kubbeyle örtülü ve daha geniş tutulmuş mekanı olan son odasında ise Osmanlı dönemine ait Dini eserler ve yazı takımları teşhir edilmektedir.

Ballıca Mağarası

Ballıca Mağarası, Pazar ilçe merkezinin 7 km güneyinde, Ballıca köyünün yaklaşık 1 km güneydoğusundadır. İlk sakinlerinin, kanun kaçakları, define avcıları ve çobanlar olduğu sanılıyor.  Yaşı 3,4 milyon’dur. Kristalleşmiş kireçtaşlarından meydana gelmiştir. Sınırlı kireçtaşı oluşumu göz önüne alındığında, mağaranın hacmi inanılmaz derecede büyüktür. Buradaki kireçtaşlarının yatağı yoktur; özürlü ve kırılmıştır ayrıca çatlaklar kalsiyum karbonatla doldurulmuştur.
Bölgenin en geniş ırmağı, Yeşil ırmak'tır. Diğer ırmaklarda Yeşilırmağa karışmaktadır. Mağaranın 50m. güneybatısındaki İnderesi kısa ömürlüdür ve mağaranın yer altı suyunu besler. Mağaranın kireçtaşından ibaret olan tepesinin en yüksek noktası 1.306m'dir. Bölgenin en yüksek tepesi Akdağ ise 1.916m'dir
Mağara içindeki sarkıt, dikit, sütun, duvar ve örgü damlataşları, mağara gülleri ve iğneleri, damlataş havuzları ve soğan sarkıtlarıyla dünyanın oluşum yönünden en zengin ve en güzel mağaralarından biri olarak kabul edilen Ballıca Mağarasında, yaz - kış sıcaklık 18 - 19 derecedir. Dünyada ki tüm mağaralarda bulunan bütün oluşum çeşitleri Ballıca Mağarasında mevcuttur.
Arka arkaya oluşan karstik ve tektonik depremlerin mağarayı bütünüyle etkilediğine dair kanıtlar bulunmuştur.
Yarı kayalık yüksek bir tepenin yamacındaki mağaraya giriş, kısmen düzeltilmiş ana kaya bloğundan sağlanmaktadır.
Aydınlatma, yürüyüş yolları, seyir terasları yapılarak 1996 yılında ziyarete açılan Ballıca Mağarası 10.000 metrekare yüz ölçüme sahiptir. Bugün gezilip görülebilen kısmı 680 m uzunluğunda  +19 / -75 metre olmak üzere toplam 94 metre yüksekliğindeki mağaranın en önemli karakteristik özelliği, Türkiye’de hiçbir mağarada bulunmayan “soğan sarkıt” oluşumlarına sahip olması ve mağaranın değişik yerlerinde koloniler halinde yaşayan 2 milyon“cüce yarasa”ların bulunmasıdır.
Mağara yarı yatay, yarı dikey olarak birbirine bağlı 5 kat ve 8 büyük salondan oluşmaktadır. Mağara içi, şekillerine göre bölümlere ayrılmıştır ve her bölüm farklı isimlerle anılmaktadır. “Havuzlu Salon, Büyük Damlataşlar Salonu, Fosil Salonu, Yarasalar Salonu, Mantarlı Salon, Sütunlar Salonu ve Yeni Salon”. Bu bölümler dışında oluşumu devam eden henüz ziyarete açılmamış bölümleri de bulunmaktadır.
Ballıca Mağarası'nın son noktasında sadece bir insanın geçebileceği 'sifon' olarak adlandırılan bir boşluk bulunuyor. Buradan ancak iple inebilen Maden Teknik Arama mühendisleri,  65 metre sonra bir gölle karşılaşıyor. Gölün nereye uzandığı ve Yeşilırmak ile bağlantısı olup olmadığını ise araştırılıyor.
Ballıca Mağarası'nın, atmosferdeki oranın yaklaşık dört katı saf oksijen içeren havası nefes almayı kolaylaştırdığı gibi astım rahatsızlığı olanlara çok iyi geliyor. Yarasalar gece dışarı çıkıp gün ağarmadan içeri giriyor. Bu yarasalar gündüzleri mağarada oluşan karbondioksiti emip geceleri dışarı çıkarıyor ve dönüşte mağaraya oksijen getiriyor.

Zile Kalesi

Antik çağlarda inşa edilmiş Zile Kalesi, ilçe merkezinin tam ortasında bulunması nedeniyle şehrin her yerinden görülebilmektedir. Bir höyüğün üzerindeki bu kale, akropol özelliğine sahip bir Roma kalesidir. Kalenin kuzeydoğusundaki kayalıklara oyulmuş Roma dönemine ait küçük bir tiyatro da yer almaktadır.
Kale içerisinde işlevini yitirmiş bir saat kulesi ile diğer kalıntıları görebilmek mümkündür. Kaledeki dehliz ve su sarnıcının uzun çalışmalar sonucu 200’den fazla merdiven basamağını gün yüzüne çıkartılmıştır.  Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kalenin girişinde müze yapılıyor.
Zile bir zamanlar, ticari bir merkezdi. Roma İmparatoru Julius Sezar, Roma'dan binlerce kilometrelik yolu at sırtında Zile'yi almak için gelir. Ve Pontus asıllı Basforos Kralı 2. Pharnake ile Altıağaç mevkisinde çok kanlı bir savaş yapar. İki tarafında büyük kayıplar verdiği savaşı Sezar kazanır. Bunun üzerine dünyaca ünlü 'Veni,vidi, vici (Geldim, gördüm, yendim)' sözünü söyleyerek bu sevincini Roma 'ya bildirir ve bu sözünü Kaleye yaptırdığı taş bir kitabeye yazdırır. Bu kitabe yüzyıllardır kalede muhafaza edilmektedir ve milyonlarca insan bu taşı görebilmek için Kale’yi ziyaret etmektedir.
2012 Yılında, Zile Belediye Başkanının 3 yıllık mücadelesinden sonra, Sezar’ın bu kalede söylediği 4 bin yıllık söz için Türk Patent Enstitüsü'nden marka tescil belgesi aldı.

Bedesten Arasta

Evliya Çelebi bu çarşı için şunları söylemiştir; ”Sultan Çarşısı güzel pazardır. Gerçi bu şehir dereli tepeli bir yerde kurulmuştur. Amma fevkalade mamur olduğundan çarşı ve pazarı o kadar güzel ve mamurdur ki güya bu şehrin Sultan Çarşısı Halep ve Bursa çarşıları gibi gayet tertip üzerine kurulmuştur. Çarşısı gayet kalabalık ve mamurdur. Kahvehaneleri mamur ve süslüdür. Bir gamlı adam kahvehanelerine varsa gamını def eder. Saraçhanesi gazazhanesi hafafhanesi atar çarşısı gayet temiz ve süslüdür.”
Bedesten şehir merkezinde Sulu Sokakta, Takyeciler Cami’nin doğusundadır.
XV. - XVI. Yüzyılda yapıldığı tahmin edilen on bir kubbeli Bedesten dikdörtgen planlıdır. Bu Osmanlı ticaret merkezinin, güney ve kuzey yönlerinde dışarıya çıkıntılı yuvarlak birer kapısı vardır. Kesme taştan yapılmış cephesi tuğla dizileri ile bölümlere ayrılarak hareketlendirilmiş, ince harçla örülmüş kolon ve tonozlarındaki ustalık son derece ileri düzeyde olan bedesten görülmeye değer bir mimari eserdir.
Bedestenin iki yanında ince uzun dikdörtgen planlı iki de arastası bulunmaktadır. Bu arastaların da kuzey ve güneyinde dikdörtgen söveli üzerinde birer dikdörtgen pencere bulunan kapıları vardır. Dükkânları oluşturan bu bölümün orta noktasına da birer küçük kubbe yerleştirilmiştir.
Bedesten, Tokat valiliğince restore edilerek yazma, bakır ve el sanatları satış yerleri olarak hizmete geçirilmesi projelendirilmiştir.

Taşhan Voyvoda Han

Anadolu'daki en büyük şehir hanlarından olan Taşhan;  1614 - 1630 yıllarında 4220 metrekare alan üzerine dikdörtgen planlı, açık avlulu, iki katlı olarak kesme taş ve tuğladan yapılmıştır.
Gazi Osman Paşa Caddesi üzerinde olan ve Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olan han, bir süre meyve ve sebze hali olarak kullanıldıktan sonra, 2006’da yapılan restorasyonu sonrası yöre halkının ve turizmin hizmetine sunulmuştur. Restorasyon sonrası Vakıf tarafından hanın 381 yıllık adı “Voyvoda Han” olarak değiştirilmiştir. Taşhan’ın adının, tarihte düşmanlarını kazıklara çakarak işkenceyle öldürmesiyle bilinen Eflak Prensi Kont Drakula (Kazıklı Voyvoda) isminden yola çıkılarak “Voyvoda” olarak değiştirilmesi, kente tepkilere neden oldu
Güney ve batı yönlerindeki odaların önüne revak yapılmıştır. Diğer odalar ise avluya açılmaktadır. Girişin üstünde kubbeli bir mekan vardır ve bu mekan konsollar üzerine dışarı taşmaktadır. Odalarda dışa açılan birer pencere, bir ocak ve niş bulunmaktadır. İçte 76, dışta 27 toplam 103 mekân vardır.  Son zamanlarda Taş Han; el sanatları, kültür, turizm ve ticaret merkezi haline gelmiştir.

Nurettin İbni Sentimur Türbesi

Gazi Osman Paşa’da bulunan bu türbe, Moğol emiri Sentimur oğlu Nurettin’e aittir.
Türbe içerisindeki üç kitabeden doğu cephesindeki kemerde olanda yapım tarihi: h.713 (1313) olarak yazılıdır. Altındaki pencere üzerinde Firdevsi’den alınmış bir beyit yazılıdır. Güney yönündeki pencere üzerindeise; “Küllü nefsin zaikatül mevt” yazılıdır. Türbe 1935’te restore edilmiştir.
Türbe kesme taştan kare planlı olarak yapılmış, üzeri içten tromplu kubbe, dıştan tuğladan sekizgen cepheli konik bir külah ile örtülmüştür. Türbenin üç kenarında birer pencere bulunmaktadır. Bu pencerelerin etrafı palmet motifleri ve Selçuklu sülüs yazıları ile bezelidir. Bu bezemeler renkli taşlar üzerine yapılmıştır. Türbenin giriş kapısı yuvarlak kemerlidir. Kare kaideden üst örtüye geçiş, yüksek bir kasnak şeklinde olup, buradaki dörtkenarın üzerine tuğladan yuvarlak sağır kemerler oturtulmuştur.

Acepşir Cami

Kalenin güneyindeki İvaz Paşa Mahallesi’nde yer alan Acepşir Cami, eğimli bir araziye inşa edilmiştir. Piramidal külahtan oluşan ahşap minare ve dışa açılan balkon formunda şerife, yapının en dikkat çekici öğeleri olarak göze çarpmaktadır. Ahşap karkas sistemde, arası kerpiç dolgulu, üzeri çamur sıvalı bir yapıdır. Özellik arz etmeyen tavanı çıtalı ahşap olup kiremit kaplıdır. Acepşir Cami’nde herhangi bir süsleme göze çarpmamaktadır.
Giriş doğu cepheden İki kanatlı ahşap bir kapı ile sağlanmaktadır. Doğu cephesinde üç, girişinde iki olmak üzere toplam beş adet kareye yakın dikdörtgen şeklinde pencereye sahiptir. Plânlı ve mahfil katı vardır. Güneyde mihrap bir niş formunda bezemesizdir. Minberin doğu kenarı ahşap oyma geometrik motiflerle bezelidir. Külahı kurşunla kaplıdır. Son cemaat yeri yoktur.  İbadete açıktır.

Hıdırlık Köprüsü

Batıda Amasya ve Turhal’dan gelen yolları doğuya, Karadeniz’den gelen yolları da Orta Anadolu’ya bağlayan bir kavşak olan Hıdırlık Köprüsü, Selçuklu döneminde Pervane Seyfeddin Hamit tarafından 1250 yılında yaptırılmıştır. Köprünün mimarı İbn El Hâkim ismi ile tanınan Ebu’l Ferecoğlu Bahaddin Mehmet’tir.
Köprünün en büyük kemer açıklığı on metredir. 5 gözlü olup, 151 m. uzunluğunda, 7 metre genişliğindeki kesme taşlarla yapılmıştır. Köprü kemerlerinin çevresine ince bir tahfif kemeri yerleştirilmiş olup, bu kemer tempan duvarları ile aynı yüzeydedir. Aynı zamanda bu kemerler geniş ayaklar üzerine oturtulmuştur. Önlerinde memba tarafında üçgen, mansap tarafında da yuvarlak selyaranlar bulunmaktadır
Bu Selçuklu eseri, yazıtlarıyla da dönemin bir olayını aydınlatmaktadır. Eskiden üzerinde mermer bir küre bulunan kitabede,  zamanın bilginleri, II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in üç yıl boyunca çatışmış üç oğlu; İzzeddin, Rukneddin ve Alaeddin’in isimleri birlikte yazdırarak, bu eserle barıştırmayı amaçlamış ve başarmışlardır. Sonrasında bu kardeşler yıllarca devleti birlikte yönetmişler.

Halef Sultan Tekke ve Zaviyesi

Kitabesinden öğrenildiğine göre;  1291 yılında, Selçuklu Sultan II. Gıyaseddin Mesud zamanında, mimar Halef bin Süleyman’a yaptırılmıştır. Yapımı iki yıl sürmüştür. Yapı, moloz taştan, dış cephe köşeleri ise kesme taştan yapılmıştır. Kareye yakın dikdörtgen planlı yapılan Zaviye; mescit, türbe ve derviş hücrelerinden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin üzerini örten kubbeler tuğla ile örülmüştür. Giriş kapısından iki kubbeli odaya geçilmektedir.
Zaviyenin güney ve doğu cephelerindeki giriş kapıları dışarıya doğru çıkıntılıdır. Bu çıkıntılar aynı zamanda mekânları genişletmek için uygulanmıştır. İlk yapım planını günümüze kadar koruyan zaviyenin batı cephesinin kuzeyinde kırmızı ve beyaz renkli taşlardan yapılmış bir taç kapı daha bulunmaktadır. Zaviyenin asıl giriş kapısı yuvarlak kemerli ve iki renkli yedi taş bloğunun birbirine geçmesi ile oluşturulmuştur. Zaviyenin batı cephesinde ikisi büyük biri küçük üç penceresi bulunmaktadır. Bu pencerelerden biri mescide, ikisi de türbeye açılmaktadır.
Mescide açılan pencerenin üzeri sivri kemerlidir. Bu kemerin üzerine Selçuklu sülüsü ile bir Ayeti Kerime yazılmıştır: “Kal Allahu tebâreke ve Teala ve İnne el-mesâcide Lil-lahi fela ted’ü ama Allahü ahad.” Türbe penceresi de mescit penceresinin bir benzeridir. Üzerindeki mermer kitabeye Besmele ile Ayet’el Kürsi yazılmıştır.
Zaviyenin giriş kapısından sonra dikdörtgen bir giriş holü bulunmaktadır. Bu odadan dört ayrı odaya geçilmektedir. Bunlardan biri semahanedir. Giriş holünün güneyinde kare planlı mescit ve yanında da türbe vardır. Türbe mescitten daha büyük ölçüde olup, duvarları ve pencerelerinin dış yüzlerine Besmele ve Ayet’el Kürsi’ler yazılmıştır.
Zaviyenin semahanesi yapının en büyük mekânı olup, bütün yapıların merkezi konumundadır. Üzeri beşik tonoz ve buna bitişik kare bir mekân kubbelidir. Böylece iki mekânın birleştirilmesi ile geniş bir mekân elde edilmiştir.
Yapı 1949 yılında sel baskını sırasında harap olmuş ve uzun süre moloz ve toprak altında kalmıştır. Büyük kubbesi kısmen yıkılmış olup, porteli iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir. Günümüzde yeniden düzenlenmiş ve hizmete açılmıştır.

Tokat Kalesi

Tokat Kalesi; Comana Pontica'dan (Gümenek) göç eden Hıristiyan topluluğun yerleştiği bölge olan bugünkü Tokat il merkezinin kuzeybatısında kalır. Konumu itibari ile Sivas yönündeki dar Kızıliniş Geçidini, öte yandan da dik Gıjgıj Tepe sayesinde kaleye ulaşan yolu kolayca denetleme olanağı verdiği için oldukça güvenli bir noktadadır.
Kalenin plan özelliklerinden, yapım tekniği ve adının geçtiği tarihsel olaylardan yola çıkılarak, yapının MS 5. ya da 6. yüzyıllarda yapılmış olduğu sanılmaktadır.
Evliya Çelebi ise 1656 yılında Tokat’a gelmiş ve bu kaleden şöyle söz etmiştir; Osmanlı döneminde savunma amacı ile onarılan kale,  zaman zaman isyancılara ve yöneticilere hapishane ve sığınak olmasıyla ünlenmiştir. Kalenin adı zaman içerisinde;  Evdoksia, Endoksia, Dokeia gibi adlarla anılmıştır.
“Kale yüksek bir tepe üzerinde, kesme taş ile yapılmış, beşgen planlı olup, on sekiz burç ve kuleler ile güçlendirilmiştir. Dört tarafı çok sarp olduğundan asla hendek olacak yeri yoktur. Batıya bakan bir kapısı vardır. Kalenin içinde dizdar evi, kethüda, imam, müezzin ve kale mehter haneleri, cephane odaları, zahire ambarları, su sarnıçları vardır. “Ceylan yolu” adlı suyolu ise; 362 basamaklı olup, kuşatmalar esnasında ortaya çıkan su ihtiyacını karşılamak üzere yapılmıştır. Kuzey ve güney yönündeki duvarları depremlerden ve onarım eksikliğinden ötürü büyük ölçüde yıkılmıştır.